Kargı Fen Lisesi Müdürü ve Tarih Öğretmeni Halil Dağ, yaptığı araştırmalar sonucunda Kargı ile ilgili tarihi bilgilerin günümüze yanlış aktarıldığını bu nedenle Kargı tarihinin yanlış bilindiğini söyledi.
Kargı Fen Lisesi Müdürü ve Tarih Öğretmeni Halil Dağ, ilçenin tarihi ile ilgili çalışmalar yaptı.
Çalışmaları süresince birçok kaynağı incelediğini belirten Dağ, devlet arşivlerinde Osmanlı dönemine ait kayıtları da inceleyerek, Kargı ilçesi ile ilgili birçok yanlış bilginin günümüze kadar aktarıldığını gördüğünü söyledi.
‘MİHRİHATUN HAKKINDA ÇELİŞKİLİ BİLGİLER VAR’
İlçede bulunan türbeler içerisinde en meşhur olanının Mihr-i Hatun türbesi olduğunu belirten Dağ, Mihr-i Hatun ile ilgili günümüze kadar aktarılan bilgilerde çelişkilere rastladığını belirterek, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"İlçe mezarlığında “Namaz Tepesi”nde bulunan türbenin mezar taşı üzerinde ‘Burada Devlet-i Aliyyenin Padişahlarından IV. Sultan Murat Hanın haremi Mihr-i Hatun Meftundur. Ruhuna Fatiha. 1038-1622’ ifade yer almaktadır. Türbenin hikayesi “Dünden Bugüne -KARGI 2003” kitabında yer aldığı şekliyle şöyledir. "Sultan Dördüncü Murat'ın, Bağdat seferini yapmak üzere hanımı Mihr-i Hatun Sultan ile birlikte yola çıkmıştır. Mihr-i Hatun’un Amasya dolaylarında hastalanması nedeniyle Sultan, eşini Çorum'un Kargı ilçesinin halkına emanet etmiştir. Kargı halkından hastalığı boyunca yakın ilgi gören Mihr-i Hatun Sultan, ahde vefa olarak altın terliklerinden birisini sattırarak Kargı'ya bir adet hamam ile cami ve değirmen yaptırmıştır. Kargı'da hayatını kaybeden Mihr-i Hatun Sultan, kagirden yapılmış bir odaya defnedilir” bilgilerine yer verilmiş.
‘IV. MURAT HAN’IN HAREMİ MİHR-İ HATUN’UN ÖLÜMÜYLE İLGİSİ YOK’
Taş Üzerindeki Hicri 1038 Yılı Miladi 1628/1629 yıllarına tekabül ettiği halde, taş üzerinde Miladi 1622 Yılı yer almaktadır. 1622 Miladi yılı ise Hicri 1032 yılına karşılık gelmektedir. Osmanlı tarihi kaynaklarının tamamında, padişahların on yedincisi ve İslam halifelerinin seksen ikincisi olan IV. Murat Han, 27 Temmuz 1612’de İstanbul’da doğmuştur. Henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623’te Osmanlı tahtına çıkmıştır. Görüleceği üzere mezar taşı üzerindeki (M.1622) tarihinde IV. Murat, henüz 10 yaşındadır. Bu nedenle M. 1622 yılının IV. Murat’ın haremi Mihr-i Hatun’un ölümü ile ilgisi olmayacaktır.
Yine Osmanlı kaynaklarına göre hükümdarın “Bağdat Seferi”, 8 Mayıs 1638’de başlamış ve Gidiş güzergahı olarak, Üsküdar, Maltepe, Tuzla, Çınarçayırı, İzmit, İznik, Pazarcık, Bozöyük, İnönü, Eskişehir, Bolvadin, İshaklı, Akşehir, Kariz, Konya, Pınarbaşı, Firuz, Akçaşehir, Gölbaşı, Ereğli, Adana, Payaş, İskenderun, Gölbaşı, Antakya, Halep, Haylan, Merc-i Dabık, Telfar, Nizip, Birecik, Cüllab, Diyarbekir, Karaköprü, Göksu, Nüsaybin, Kabur, Karakuyu, Musul, İncesu, Altunköprü, Göktepe, Kerkük, Kifri, Telbeşan, Taşköprü ve 14 Kasım 1638’de Bağdat’a ulaşılmıştır.
‘MİHRİ HATUN HASTALANARAK KARGI’DA KALMADI’
Günümüze kadar gelen bilgilere göre "Sultan Dördüncü Murat'ın, Bağdat seferini yapmak üzere hanımı Mihr-i Hatun Sultan ile birlikte yola çıkmıştır. Mihr-i Hatun’un Amasya dolaylarında hastalanması nedeniyle Sultan, eşini Çorum'un Kargı ilçesinin halkına emanet etmiştir. Kargı halkından hastalığı boyunca yakın ilgi gören Mihr-i Hatun Sultan, ahde vefa olarak altın terliklerinden birisini sattırarak Kargı'ya bir adet hamam ile cami ve değirmen yaptırmıştır. Kargı'da hayatını kaybeden Mihr-i Hatun Sultan, kagirden yapılmış bir odaya defnedilir” denilmektedir ancak, Bağdat’ın fethi gerçekleştikten sonra, Sultan 20 gün Bağdat’da kalıp, 17 Ocak 1639 (12 Ramazan 1048)’de Kazımiyye, Diyarbekir, Şilbe, Zengiyan Köprüsü, Ergani Altı, Malatya, Sivas, Ilıca, Tokat, Lala Çayırı, Ankara, İzmit ve 12 Haziran 1639’da İstanbul’a ulaşılmıştır. Gidiş ve dönüş güzergâhları, bulunduğumuz havalinin uzağındadır. Dolayısıyla rivayetteki olayın anlatıldığı şekliyle gerçekleşmesi de mümkün gözükmemektedir. IV. Murat’ın Bağdat seferinden önce yaptığı “Revan ve Tebriz Seferi”, (H.1044-1045/M. 28 Mart- 27 Aralık 1635) tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Sefer Rûznâmesi, Yunus Zeyrek (Ankara, 14 Ekim 1996) tarafından bugünkü Türkçeye çevrilmiştir. Seferin gidiş güzergahı Eskişehir üzerinden olmuştur. Dönüş güzergahı ise Tokat, Amasya, Osmancık, Hacıhamza ve Tosya menzillerini de içine alan bulunduğumuz bölgeden gerçekleşmiştir. Ancak bu eserde Kargı ve Mihr-i Hatun’la ilgili bir ibare bulunmamaktadır.
Kastamonu Vilayeti’nin Tosya Kazası’na bağlı bir nahiye olduğu, H.1286-1293 / M.1869-1876 Tarihleri’ne ait Sâlnâmeler’de, şehir, kasaba ve nahiyelerin tarifi yapılırken, Kargı için şu ifadelere yer verilmiştir.
‘TÜRBEDEKİ İKİNCİ MEZAR MİHRİ HATUN’UN KIZINA AİT’
“Bu dahi merkez vilayetin cihet-i şarkiyesinde ve yirmi saat mesafede yüksek bir ceblik eteğinde ve meşhur Kızılırmak kenarında vaki bir küçük kasaba olup, Kargı nahiyesinin müdir merkezi ve oldukça bağ ve bahçesi bulunduğu ve civar kasabada Firdevs-i aşiyan sultan Murad Han hazretlerinin haremleri Mihr-i Hatun ve kerimeleri sultan hazretleri medfûn olduğu gibi kibâr-ı veliyyü’l-lehden ve meşâyih-i kirâmdan Horâsanî Şeyh Muhyiddin Hasan ve Şeyh Hacı Yusuf Baba ve Şeyh Aydın Baba nâm zâtların merâkid-i şerîfleri mevcud idüği.” Metindeki ifadelerden Sultan Murat’ın haremlerinden Mihr-i Hatun ve kızının mezarlarının yer aldığından bahsedilmektedir. Tahminim odur ki, türbeden bahseden ilk kayıt, atfedilen dönemden yaklaşık, 230-240 yıl sonraya ait bu sâlnâmelerdir. Sâlnâmede vurgulandığı halde, IV. Murat’ın kızının mezarından bugün neden bahsedilmemektedir? Bütün bu bilgilere dayanarak, Mihr-i Hatun’un Kargı’da ölümünün gerçekleşmesi, büyük olasılıkla IV. Murat’ın “Revan ve Tebriz Seferi” (H.1044-1045 / M.28 Mart- 27 Aralık 1635) dönüşüdür. Bu nedenle mezar taşı üzerine (H.1045 / M.1635) tarihleri yazılmalıdır. IV. Murat’ın kızının mezarı da, türbenin yanın da olmalıdır; bu mezarın tespiti de yapılmalıdır.’’
Tarih öğretmeni Dağ, ilçe tarihi ile ilgili bilinen birçok bilginin yanlış olduğunu, bunlarla ilgili araştırmalarını da sürdürdüğünü belirterek, yetkililerden bu bilgilerin düzeltilmesini istedi.
Dağ, gelecek nesillerin yanlış bilgilendirildiğini bu nedenle yanlışlıkların biran önce düzeltilmesi ve geleceğe bu şekilde aktarılmasının önemli olduğunu sözlerine ekledi.
Sevil Sınayuç