Budur işte;

Eylül başında son leylekler Aşağı Çayır'da buluşup topluca Afrika'ya uçtular. Ardından okulların açılma zamanı geldi. Tarhanasını, bulgurunu, çocuğunu kapan gurbetçiler İstanbul'un, Ankara'nın yolunu tuttular.(Makbule arkadaşımız hariç :) )

Çeltik harmanları kalktı. Fabrikalara giren çeltik çuvalları, pirinçle dolu çıktılar. Pirincini satan panayıra, yıl boyu veresiye alışveriş yaptığı esnafa koştu. Akıllarına peşin alışveriş için gizlice gittikleri devlet eti satan yeni yetme yabancı marketler gelince veresiyeci esnafa karşı biraz mahcup oldular.

Her yıl olduğu gibi panayır satıcıları Hükümet Caddesini çadırlarla kapladılar. Artık pek basma satılmasa da giyim ve mutfak eşyaları alındı bolca çeyizlere. Panayır yerinde karşılaşan kadınlar yine birbirlerine ''panıyırı mı geziyon?'' diye sordular. Yanıtlar hep aynı ''hi sen de mi?'' şeklinde verildi. En çok, dört metrelik çam sırığına geçirdikleri içi tuzlu su dolu kuzuları yüksek çıra ateşinde kızartan kasaplar ciro yaptılar. Yağlı güreş için çeşitli politikacıların himayesinde! (o nasıl oluyorsa ve kimin cebinden himayeyse) gelen Kırkpınar pehlivanları, Edirne'dekinin dörtte biri kadar sürede yenişip, politikacılarla fotoğraf çektirdiler. Protokole ayrılan tribünler, İstanbul'dan gelen köy dernek yöneticileri ve onların misafirleriyle doldu. Muhtemelen yine züğürt bir ağa seçildi. Bütün kasaba panayır temaşasına kilitlenmişken, panayır da bitti. Karakise Kayası'nın ve Kös Dağı'nın tepelerindeki beyazlıklardan da anlaşılıyor ki; Kasabaya kış geldi artık.

Mevsimlik işçiler, sürekli işçiler gibi hak sahibi olamasınlar diye birkaç aylığına işe ara vermek zorundalar. Sinan'ın Meyhanesi ile Cengiz'in terası en popüler veresiye mekanlarıdır şimdi. Beş bin nüfuslu kasabanın artık sayıları 12'leri bulan meyhaneleri yok. Rakı zamları, meyhane kültürünü de öldürdü. Son kalan bir kaç birahanede beyaz leblebi yeyip, susma zamanıdır şimdi. Karayel Bar'da masadan masaya sataşmak ikinci bir emre kadar yasak hala. Yusuf'un balayı da uzadı zaten. Cengiz'in terastan bakınca, Yacılar Yaylası'ndaki tek ışık yanar mı ki hala? Ve Kıraç'ın ''yüce dağ başında yanar bir ışık'' türküsü çalar mı ki?

Mıhçı'nın ocakta dönen kuzuların kokusu buralara kadar geliyor. Kargı'da kış turizmini her sene olduğu gibi Recep Bolpaça yayla yolunda açtı. Yerli turist Sacit Gaygusuz da yayla yollarından boy gösterdi bu sene. Çayırın son müdavimi Hayati Taner de işi arabeske vurdu. Golak Macit Dertsiz bile İstanbullu oldu zira. Bir bir uzaklaşıyor eski tüfekler. Eskiden yalnızlığımızı paylaştığımız Büyük Kavak da, Gençlik Kulübü de yoklar artık. Yeni kulüp, eskisinin yerini tutacak gibi.

Uzaklarda olmak hüzünlendiriyor insanı. Sabatsuzlaştırma etkisini de yadsımamalı tabi. E biraz fotoğraf isteriz Kargı'dan gari...

(Sabatsuz: Kargı dilinde patavatsız, lüzumsuz konuşan)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Recep Basri Baloğlu 1 yıl önce

Memleketimi ne güzel anlatmışsınız. Kocaman teşekkürler.